Zamanın birinde, Alobar adında bir kral varmış. Alabor’ın
ülkesinin geleneklerine göre kralın herhangi bir yerinde beyaz bir kıl
çıktığında kral öldürülüyormuş
.
Alobar da aynaya bakması yasakken, bir gün yansımasında bir
beyaz saç teli görüyor. Cariyelerinden birinin yardımıyla geçici süreliğine bu
saç telinden kurutuluyor ama ölüm, herkese olduğu gibi Alobar içinde kapıda bekliyor.
Ölümden bir şekilde kaçan Alobar’ın yolu o zamanlar küçük
bir kız olan Kudra ile kesişiyor. Alobar, Kudra’nın yaşadığı yerde gelenek
olarak, dul kalmış kadınların ölmüş eşleriyle birlikte yakıldığını öğreniyor ve
bu gelenek ona çok gereksiz geliyor, bunu Kudra’ya söylüyor ama Kudra,
geleneklerin böyle olduğunda ısrar ediyor. Aradan geçen uzun zaman sonra, Kudra
evleniyor ve dul kalıyor. İşte o zaman o da Alobar gibi ölümden kaçmaya karar
veriyor. Böylece ikilinin yolları ikinci defa kesişiyor.
Önlerinde daha yaşayacak uzun bir hayat olduğunu düşünen
Alobar, ölümsüzlüğü bulmak umuduyla Kudra ile yollara düşmek istiyor. Kudra ile
Alobar’ın ölümsüzlük hikayesi de böylece başlamış oluyor.
ulaşıyor. Bu macerada bilim adamları, ressamlar hatta kimi zaman tanrılar bile bize eşlik ediyor. Kitap boyunca bizim için en önemli olan tanrı ise kesinlikle Pan oluyor. Yunan mitolojisinde cinselliğin, düşkünlüğün ve hazzın tanrısı olan bu satir tanrı, Kudra ve Alobar’a yolculuklarında eşlik ediyor. Pan, ona inanan insanlar azaldıkça yok olmaya başlıyor ve bu yok oluşun temeli, Hz.İsa’nın doğumuna dayanıyor. Tanrılar bile bir bir yok olmaya başlamamışken, Alobar ve Kudra’nın buldukları ölümsüzlüğün zıttı bana çok ilginç geldi. Alobar ve Kudra, Pan’ ile seyahatlerine başlamışken, Pan’ın uzaktan bile duyulan iğrenç kokusunu bastıracak bir parfüm arayışına girmek zorunda kalıyorlar. Bizde burnumuza çeşit çeşit kokuyu üfleyecek olan bu yolculuğa onlarla birlikte katılmak kalıyor.
Bütün bu geniş konulu hikayeye ek olarak kitap tek bir zaman
üzerinden de ilerlemiyor. Günümüze yakın bir zamanda parfüm işi ile uğraşan üç
farklı ana karakterin hayatları da anlatılıyor. Kitabı okumaya devam ettikçe,
bu hayatların birbirine dokunduğu yerleri görüyorsunuz.
Kitap ve film akışlarını çabuk tahmin eden biri olarak bu
kitap kesinlikle benim tahmin ettiğim şekilde ilerlemedi. Aslında kitabı
okurken kendime düşünecek fırsatları da çok fazla vermedim. Uzun bir sürede
okudum ama yine de sanki hepsini birden okumuşum etkisi bıraktı. Kimi yerlerde
olay akışlarını anlamak benim için zor oldu da demeden geçmek istemem. Zaman
algısını kaybettiğim sayfalar oldu. Bir iki sayfa içinde adapte oluyor ve yine
okuduğum her diyalogdan etkilenmeye başlıyordum.
Alobar ile Kudra’nın yolculukları boyunca karşılaştıkları
kişiler ile olan akılcı diyaloglar, aralara serpiştirilmiş kara mizahlar ve
inceden yapılmış göndermeler de olay örgüsü kadar beni hayran bıraktı. Kitabın birçok
yerindeki diyalogları daha sonra tekrar okumak için işaretledim.
Pancar metaforu kitabı okumadan bazı yerlerde okuduğum bir
şey olmuştu. Kitabın içinde beklediğim şekilde kullanılmış bir öge değildi ama
bunu tamamen pozitif anlamda diyorum. Kitapta bazı şeyler başından beri netken
insan okurken bu büyülü atmosferin içinde hiç dikkat edemiyor. Ben en çokta bu
büyülü atmosferi, masalsı havayı beğendim.
Sizde K23 parfümünün
doğuşunu anlatan, kimi yerde sizin de karakterler gibi bolca meraklanacağınız,
varoluş üzerine kurulmuş bu kitabı okumak isterseniz benimde “pancarla başlayan
hikaye şeytanla biter” demem doğru olur ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder