Orijinal Ad: A Game of Thrones (A Song of Ice and Fire #1)
Tür: Epik Fantastik, Macera
Çevirmen: Sibel Alaş
Yayınevi: Epsilon Yayınları
Basım Yılı: 2011
Sayfa Sayısı: 850
Goodreads Puanı: 4,44
Bir çok kitap ya da film yorumuna nereden başlayacağımı bilemezken Taht Oyunları’nda kesinlikle biliyorum ve diziden başlamam gerektiğini düşünüyorum. Çünkü benim Taht Oyunları ile tanışmam dizi ile olmuştu.
Geçtiğimiz
yılın başlarında çevremdeki herkes ‘Game of Thrones’, ‘Game of Thrones’
diye dolaşıyordu. Zaten internet sitelerinde de böyle bir şeyden kaçmak
kesinlikle mümkün değildi. Dizinin ‘milli dizimiz’ statüsüne
yerleştiğini düşünüyorum.
Yabancı
dizi ve film olaylarından, böyle fantastik dünyalardan uzak insanların
bile izlediği bir dizi oluverdi. Bu durum, dizinin zevkleri farklı olan
insanlara bile hitap edecek derecede iyi olduğunu gösteriyor ama bende
tam tersi etki yarattı.
Genellikle
etraftan çok fazla gördüğüm, duyduğum şeylere karşı biraz önyargılı
yaklaşırım. O yüzden Game of Thrones’a da öyle yaklaşmıştım ve itiraf
etmem gerekirse biraz fazla meraklıyım. Gördüğüm her yazıya
tıklayabiliyorum. Hal
böyle olunca, daha diziyi izlememişken bile dizi hakkında bir çok şey
biliyordum, bu da izlememe uzun süre engel oldu. Sonrasında ise madem bu
kadar şeyi biliyorum, izleyeyim dedim.
Normalde
dizileri oturup bir seferde izleyen ben, bir sonraki bölümü açmak için
bile büyük uğraşlar vermeye başladım. Çünkü dizinin olay akışı dahil,
hangi karakterlerin başına ne geleceğini bile biliyordum. Tabi bu benim
için bir işkenceye dönüşünce diziyi fazla helak etmeyeyim dedim.
Normalde çok sevebileceğim bir konusu olduğu için kitap serisini okumaya
karar verdim. Okuduktan sonra ise tekrardan diziye dönmeyi düşündüm.
Bu
seri hakkında sevdiğim diğer bir şey ise, aslında kimsenin tam olarak
kötü karakter olarak adlandırılamaması. Aslında bütün karakterlerin
yaptıkları şeylerin kendileri için geçerli bir nedeni oluyor. Bir olaya,
karşı taraftan baktığınızda hak verilebilir görüyorsunuz. Her
bölümün farklı karakter tarafından anlatılıyor oluşunun olay akışını
bozacağını ya da anlamayı zorlaştıracağını düşünürken, inanılmaz akıcı
geçiyor.
Karakter yoğunluğu kimi zaman çok yorucu olsa da herkesin kendi kişiliğine benzerlik yakalama oranını yükseltiyor. Ailelerin
tekdüze değil köklü bir geçmiş ile kurgulanmış olması, içinde geniş bir
tarih barındırması tarihi çok fazla sevemesem de beni çok etkiledi.
Peki,
Taht Oyunları’nın hiç kötü yanı yok mu? İşte burada kafamda bir sürü
soru işareti de kalmıyor değil. Kitabı çok sevmiş olmama rağmen olaylara
eleştirel yaklaştığımda, kitaplıkta bazı şeylerin gözüme batıyor.
‘Kadınlık’ düşüncesi bana çok yanlış geldi. Yani kitaptaki kadın
karakterlerin sadece ‘kadınlıkları’ ile var olmaları, sanki sadece sahip
olunan bir şeymiş gibi bahsedilmeleri, daha 13 yaşındaki bir kızın bu
kadar tasvir edilmesi okurken beni rahatsız etti.
Geçmişe
baktığımızda bir çok uygarlıkta genç krallar, kraliçeler oldu. Insanlar
çocukken evlendirildiler, toprak karşılığı satıldılar bunu kabul
ediyorum ama kitaptaki bütün karakterlerin bu durum içinde olması,
hepsinin 16 yaşın altında olması zorlama bir durum gibi geldi.
Olayların
fantastik kısmına gelecek olursam, şu an için okuduğum fantastik
kitaplar içinde en az fantastik öge içeren kitaplardan biri. Ama
içerdiği şeyler kitaba çok yedirilmiş geldi. Hiçbir şey insanın gözüne
batmıyor. Tabii bu fantastiklik hariç genel olarak toplumların
kültürlerinde ki garip gelenekler bile okurken insana garip gelmiyor.
Kitap hakkında ayrıntılara girince gözüme bu gibi şeyler batıyorken, şuan sevgim bunları göz ardı etmeme neden oluyor.
İlk
kitap bitince ilk sezonu tekrar izledim. Karakterlerin neler
düşündüğünü bilmek daha akıcı izlememi sağladı. İkinci kitap bittikten
sonra ikinci sezonu da tekrar izleyeceğim. Bunu bir rutine oturtmayı
düşünüyorum.
Yorum bırakmayı unutmayın :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder